20 Nisan 2010 Salı

Asleep


"Beni neden seviyorsun?" dedi kadın. Baktı uzun uzun gözlerine, bir cevap alamadı. Susmadı yüreği, yine sordu: "Beni seviyor musun?" Sessizlik...

Gecenin erken saatleriydi daha. Havadaki ağırlık geldi, içine doldu. Sanki güneş parlamayacak ertesi sabah, sanki nefesi asla tam dolmayacak bir daha göğsüne! Sanki kördüğüm içinde, bir şey alamadan, veremeden çekip gidecek aniden...

İzledi uzun uzun yüzünü. Neyi düşündüğünü unutmuş, evini şaşırmış, aidiyetsiz, sahipsiz bir hayalkırıklığı gördü en çok. Ayak izi bile yok ardında; küs, kırık yürüyen biri kendinden uzağa... Yüzünde en çok kimsesizlik...

"Neden?" dedi kadın. "Neden bu kadar incinebilirsin? Neden kırılıyor hemen kalbin? Neden dokunsalar ağlamaya hazırlıyorsun hep kendini? Neden bam telin bunca yakın yüzeyine?" Baktı aynada uzun uzun yüzüne... "Neden mutsuz olmak için binlerce neden üretebilirken, mutlu olmak için kendine izin vermiyorsun?" dedi. Yanıt, gözlerinden geldi usulca...

Bir damla gözyaşı, yetti her şeyi anlatmaya ama çözemedi hiçbir şeyi... Söndürdü kadın ışıkları. Gece, örtüp üstünü karanlıkla susturdu düşünceleri. Bomboş gözler, aynada bir yabancıya baktı...

Şimdi, uykusuzluk vakti...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Made in Heaven


Yazmak için beynim kaşınırken, fikrim parmaklarımdan sayfaya akmayı reddediyor. Yarım kalmışlık hissim öyle baskın ki, baş ağrımı tetikliyor. Önümde uzun bir gece, yapılacak onca şey varken, içime tuttuğum aynadan sadece bir "hiç" yansıyor. Bu kez gerçekten 'yok bir şey'...

Ok, yaydan çıkmak istiyor ama hedef yok. Neyi, neden vuracağımı; neyi, nasıl yazacağımı toparlayamıyorum. Halbuki mutsuzum ve benim ana besinim bu. Böyle huzurlu bir mutsuzluk, derin bir moral bozukluğu içindeyken üretememeyi çok garipsiyorum. Basit, yalın, net olarak aktığım satırlarım boş kalıyor bu gece...

Cennette oruç tutmak gibi yaşamak şu an. Ayağıma gelen fırsatı tepiyorum. Kendimi tutup, hislerimi biriktirmek şu an en iyi yaptığım şey. Sadece özlüyorum...

Anafor ile metafor arası, mesaj kaygısız bir-iki cümle arası rahatsız bir uyku bastırıyor. Daha fazla bakmaya gerek yok; ayna, bana umut dışında bir şey göstermiyor. Kendimi zorlasam da hatırlayamadığım geçmişin içinden bana ulaşan tek şey gün ışığı artık. Tek bir insanı aydınlatıyor...

Sıfır olmanın bilinci ile kendime sarılıyorum. Ve 2. gün, sessiz sedasız bitiyor...

10 Nisan 2010 Cumartesi

The Catch



Bambaşka hayatların, bambaşka açılarını yakalamak için illa bir alete mi ihtiyaç var? Anı ölümsüzleştirip bir kareye hapsetmekte mi büyü? Sanmıyorum. Sadece sürekli unuttuğum küçük mutlulukları anımsamanın en güzel yolu gibi geliyor fotoğraf çekmek. Ve o makinede değil mucize, olup biterken değeri anlaşılamayan o anlara sonradan bakmakta sadece...

Gün gri ya da ışıyor... Çiçekler renk renk ya da solmuş... Bahar ayları ya da kış... Zamanın ne önemi var? Yakalamak istediğim huzur, mutluluk, neş'e sadece. Güzellik dediğin içinde bunlar olan şeyler değil mi zaten? Estetik dediğin, o kareye ilgi ve sevgiyle bakmak bazen...

Her şeyi bir yana bırakıp, bütün gün dolaşmak istiyorum. Dokunduğum her şeyde, konuştuğum her insanda, baktığım her yerde yaşama dair ne varsa yakalamak istiyorum. Anlayarak anlatmak istiyorum. Her şeyi fotoğrafa hapsetmek değil, gördüğüm gerçeği resmetmek istiyorum...

Çok zaman oldu, çok şey geçip gitti yakalayamadan. Çok şey unutuldu, çok şey atlandı kodlayamadan... ve ben fotoğraf çekmeyi çok özledim!

7 Nisan 2010 Çarşamba

Spring Breeze



Bahar gelince daha mutlu, neşeli, hareketli olması beklenir ya insanın; her işim gibi bu da ters. Kendimi öyle yorgun, bitkin ve uyuşuk hissediyorum ki! Üstüme çığ düşmüş, kalkamamışım daha...

Çiçekler açılıyor, ben kapanmak istiyorum içime. Küçükken annemin bacaklarına dolanıp, kafamı eğince görünmediğimi sandığım o günlere dönmek istiyorum. Gerçekten nefes alabilene dek öylece uzanıp tavana bakmak istiyorum. Susmak istiyorum, durmak istiyorum. Sadece olmak istiyorum...

Bir gün, ucuna tünediğim koltukta uyandığımda, güneşi tembel tembel yüzümde gezinirken, tertemiz bir umudu da içimde peydah olmuşken bulmak istiyorum. Mutlu olduğumu bilmeme rağmen mutsuz şeyler yazmayı bir kenara bırakıp, kötü bir şey olacak hissinden kurtulmak istiyorum...

Bir gün, hayatımda sadece bir gün; birine gerçekten güvenebilmek, açılabilmek, korkmadan sarılabilmek istiyorum...

Bir bahar, doğduğum gün ağladığım kadar ağlayıp, sonra hep gülmek istiyorum. Bahar, bir tek doğaya değil, kalbime de gelsin n'olur?!
Belki çok şey istiyorum kendimce, belki saçma düşününce ama ne imkansız diye bir şey var, ne de düşündüğün her şey mantıklı ömrünce...

6 Nisan 2010 Salı

Know-How



Aynı şarkıyı, içinde hayatın sırrı varmış gibi dinliyorum günlerdir. Anladığım tek şey ise eksik hissetmenin tüm insanların içinde bir yerlerde kodlanmış olduğu...

Hiç görmediğim biri, sadece beni okuyup, "Neden böyle hep eksiksin?" diye sorduğundan beri daha sessiz içim. Kendimden ne sakladığımı unuttum belki de. Hem, bilmek istiyor muyum ki artık?

Bir gitar, bir ritim... Neşeliymiş gibiyken canımı sıkan bir ses. Hayır, sır değil; hala bir şarkıdan etkilenip mutsuz olabilecek kadar çocuğum ben. Hala sorumluluklarımı, şanslarımı unutup nedensiz ve amaçsızca bir köşede ağlayabilecek kadar küçüğüm, evet. Çünkü hala kimse konuşmazken dinliyorum satır aralarını. Çünkü hala yerinden oynamasın, aman duvar yıkılmasın diye üst üste koyduğum engellerim var ve su sızdırabiliyor birkaç cümleyle çatlaklar...

Artık bilmiyorum ne olduğunu, unuttum bile diyemem hatta; o kadar hatırlamıyorum. Ama bir hüzün var içimde, ölmüyor. "What is there to know? All this is what it is! You and me alone, sheer simplicity" derken hele, gittikçe büyüyor...

;;