17 Aralık 2009 Perşembe

God Loves



Sürekli kendine yenilen bir insanın tanrı egosuyla hayata bakışı, ne güçlü ama ne eziktir bilemez kimse. Kendi kadar güçlü birini bulamadıça hissettiği o hayalkırıklığı, saçma oyunlardan sıkılıp kaçma isteğini bastıramamaya döndükçe nasıl sorun arar hale gelir insan, bilemez, tanrı değilse eğer...

Biraz daha insancıl yanınla karşılaştığında bir yerlerde, ona gönlünü kaptırma gafletinde bulunursan eğer, onun deli gibi şımarıp çağ atlayacağını, kendini aşacağını öğrenmelisin önce. Öyle ki tanrılığı bırakıp ona tapmanı bekleyecek hale geldiğinde o, tapılmaya alışık yanınla, yüzünde sonsuz bir şaşkınlık ifadesiyle ona bakakalmamalısın. Sado-mazo bir masalın içinde, kendini aldatıp sevmeye daha çok inanmayı öğrenmelisin çok vakit kaybetmeden. Alıştırmalısın kendini eskisi gibi olmamaya. Unutmalısın tanrı olduğun günleri, gökten yere inmelisin...

Bir su damlası olup, ağlamayı öğrenmelisin. Su gibi aydınlık, berrak ve güçlü olup, yeni soyunduğu bu role hazırlamalısın kendi yarattığın tanrıyı. Eğer yanında kalmaya karar verdiysen bir ömür, ona söylemesen de mühürlenmiş kaderini kabullenmelisin. Tanrılıktan hiçliğe indirgenip, kulluğa başlamadan arınmalısın ego denen o zırhtan. Yoksa hüsran her şeyin sonu! Kaybedeceğini gördüğün halde savaşmak, daha çok düşünmek zorunda kalmak dışında bir şey getirmeyecek çünkü. Ve savaşmak, yorup erken öldüreceği için, gönüllü köleliğinin tadını bile çıkarmana izin vermeyecek...

Bir gün, bir insana gönül verip insanlaşırsan ve o ana dek en çok yaptığın şeylerden biri tanrılığı eleştirmekse zaten içten içe, kendi ölüm fermanını seve seve imzalamışsın demektir. Sonsuza dek yaşamaktansa, sonsuzlaştırdığın bir yaşam için ödediğin en ağır bedel olsa da bu; sevdiğin tanrılaştıkça canını yaksa, ona tapan kulu-seni- unutsa da farketmez. Çünkü egosundan arınmış bir deli için cennet, vaat edilen son değil, onunla yaşanan o anlardır.

Sonuçta alt tarafı insansın artık, ruhun acının lezzetine alışır. Onsuz hayatta kalsan bir türlü, ölsen bir türlü madem; bir daha çok zor tanrılık...

22 Kasım 2009 Pazar

Fast Line



Son sürat giderken, önüne ne çıkacağını bilemeyen insanın kendini kasması gibi gerildiğim onca anlamsız zamandan sonra varamadığım yerin hayalini kurmaya devam ediyorum. Varmasam bile olur oraya, yolculuk güzel...

Sürekli fikir değiştirmekten yorgun düşüp, korkmaktan bıkıp, "nereden ne gelecek?" kaygısından bunalıp dinlenmek için soluklanmam gerekiyor sanırım. Bu yolculuk içinde bir molaya ihtiyacım var. Yolu sevmediğimden, yol arkadaşımdan yakındığımdan, gideceğim yerden korktuğumdan değil; sadece her şey üstüme biniyor gibi geldiğinden. Güvensizlik ve kaygı içinde sahte bir sevginin içinde debelenmeye öyle alışmışım ki, önümde uzanan şeyi sınıflayamıyorum. Buzağı arayıp durduğum şey bir öküz değil aslında, onu ıskalamışım! Bir molaya ihtiyacım var işte, kendime gelmek için. Düşünürken unuttuklarımı anımsayıp, kontrolsüz süratimi sonsuza dek korumak için. Hiç gelmeyecek gibi gelen o güzel günlerin hayalinin, onlara kavuşmaktan daha tatlı olduğunu anlamak için. Sonuç değil, süreç diyebilmek için yine, dinlenmem lazım...

Korkuyorum çünkü çok yakın canıma. Öldürebilir, süründürebilir bir tek sözü. Çünkü çok bildik, çok tanıdık. Hep varmış gibi işte, hep benimleymiş gibi. Aynı şeyleri tekrar tekrar anlatıyormuşum gibi cümlelerimi tamamlarken ve ne tepki vereceğini o daha kılını kıpırdatmadan bilirken gülüştüğümüz tüm anlardan daha samimi değil hiçbir şey. Ve hiçkimse "asla" dediklerimi, hiç düşünmeden yapıp; uğrunda tüm tabuları, sözleri, sınırları çiğneyeceğim kadar önemli değil...

Korkuyorum, çünkü çok benim onunla. Çok 'benim' olsun istiyorum! "Aşk nedir?" diye düşündüğünde, benim ismimi söyleyebileceği bir an gelsin istiyorum yolun sonunda...

1 Kasım 2009 Pazar

Kaotik



Anlatmam diyorum, anlatmak istemiyorum ama susmuyor dilim. Yetememek ne kötü! Oysa her şeyi bil istiyorum; çıplak kalayım karşında...
Sormam diyorum, sormak istemiyorum ama susmuyor fikrim. Merak bazen ne kötü! Oysa bilmek istiyorum sana dair her şeyi; güven bana...
Düşünme diyorum, düşünmek istemiyorum ama susmuyor beynim. Zeka bazen ne kötü! Oysa anlamak istiyorum her şeyi; algılamanın ötesinde, sebep sonuçlarıyla...
Yeter diyorum, kendime yabancılaşmak istemiyorum ama susmuyor içim. Kendini dinlemek ne kötü! Oysa kendime sahip çıkmak istiyorum; aciz kalmayayım karşında...
Dur diyorum, gitmek istemiyorum ama susmuyor niyetim. Korkmak ne kötü! Oysa seni kaybetmek daha büyük kabus; korunaklı tutmasam da olur kendimi...
Durul diyorum, karışmak istemiyorum ama susmuyor karanlığım. Arıza olmak ne kötü! Mutlu olamayan bünyeye bunca mutluluk fazla geliyor tabii; bir yanlış arıyorum içinde istemsizce...
Bırak diyorum, artık tutunmak istemiyorum ama susmuyor korkum. Alışmak bazen ne kötü! Sürekli yalnız, bastırılmış olunca insan; bırakamıyor umursamazlık yalanlarını...

Oysa anladım ki bir gülüş yetiyor her şeye. Bir sarılış tedavisi kırılan her zerrenin! İhtiyaç duyduğun sıcak bir bakış, küçük bir öpüş, tek bir cümleymiş iyileşmek için...

Hadi diyorum, artık senden uzak olmak istemiyorum ama akmıyor zaman. Sevmek bazen ne kötü! Sen, ben, "biz" karışmışken birbirimize durmaması kadar büyük bir kahpelik bu yaptığı. Oysa 'sonsuz' içinde kısılıp, hep 'o an'da kalmalıyız biz. Hep birbirimizin peşinde...

25 Ekim 2009 Pazar

Korkak




Göğsüne yatmışken ben, kalp atışlarını dinlerken...
"Görür müyüm seni 5 yıl sonra acaba?" diye sorduğumda "Hımm, neden olmasın" diye mırıldanırken sen...
"Acaba?" dedim içimden...
Umutlanmamak için öyle bastırmışım ki kendimi, öyle güvensizim ki birlikte yürüyebileceğimize dair geleceğe; "Böyle olmayacağımızı nereden biliyorsun?" dediğinde omuz silkebildim ancak...
Götüme ne zaman yiyeceğim tekmeyi diye beklemekten sanırım... Hevesini alıp, sıkılacağın anı düşünmekten...
Derinde bir yerlerde canım öyle yanıyor ki, inanamıyorum bize...
Hem "biz" olamadık bile...

Yazık olan bir şeyler var!

9 Ekim 2009 Cuma

Split Up




Ne hissediyorsan sonsuz olsun diye, sona dair tüm düşünceleri bir kenara bırakırsın ya bazı anlar; o anların sonundayım sanki. Süslü bir sürü kelimeyi aklımdan atıp, parçalanıp yok olduğumu haykırmak istiyorum şimdi. Hiçim, yokum, hiç olmamışım meğer...

Yapabileceğim bir şey yok, fasit daire kırıldı. Umudun, sabrın, elle tutulur saflıkta iyi niyetin sonuna geldim. Başka bir rüyada da gözüm yok artık, kaybettim inancımı. Süzülüp akan benim kendimden, özlemeye başlamadan daha karar vermeliyim. Gözbebeklerime kazınan hüznü göremeyeyim diye aynaya küstüğüm ilk anım değil bu neyse ki; sadece alışık değilim korkmaya. İlk kez ne yapacağımı bilemeden duruyorum öylece, hiç ben gibi değilim bu sefer. Kendimi kurtarmaya gücüm yok. Savaşıyor içimde bir duygu mantığımla; gitlerime dönler ekleniyor! Bir ağlayıp bir durup, bir konuşup bir sustuğum uzun bir gecenin sonunda hala kararsızım. Üstelik bir daha böyle kırılmayacağım sanıyorum yine, çocuk gibi. Oysa bilmiyorum kaçıncı çatlak bu kan sızdıran. Kaçıncı yok sayma beni kasıp kavuran! Bunca zaman ne potlar kırdı, ne çamlar devirdi içimde ama bu ilk paramparça oluşum. İlk kez, toparlamadı parçaları varlığı...

Alışamıyorum bu acıya, içimdeki eksik yere batıp duran dikenlere tahammül edemiyorum artık. Tumturaklı yerlerinden yapıştırıp durduğum şeyler tutmuyor artık birbirini. Çelişkiler her yanımı sardı ve sanırım yalan bulaştı ellerime. Neden peki? Zorlamadım, yormadım, kırmadım, bir an bile umursamadım haketmediğim şeyleri yapmasını. Peki neden o zaman? Anlamadım...

Kırgınlık bir yana, kızgınım bu kez. Kimseye değil şikayetim, kimseyi suçlayacak değilim. Kendimi bu kadar değersizleştiren, sıradanlaştıran benim! Pisliğe bulaşan, yanlışı sorgulamayan, kendinden hesap soracağını bile bile gözünü kapayan benim! Şimdi, her şeyi atasım var hayatımdan, herkesi! Önce kendimi atasım var tabii en yakın uçurumdan. "Yetinmeye çalıştığın onca zamandan sonra, bir anda az gelir mi oldu?" diyor kalbim, verecek cevabım yok. Rezili benim bu hikayenin, bedeli neyse öderim...

Seviyorum dersem eğer bir daha, sessizliğinden hüsranımdan boğulacağımı biliyorum. Kendimden daha fazla vazgeçemeyeceğim sanırım. Ayakta kalmak için kendimi zorlayıp, yoluma gitmeliyim, hissediyorum. Aslında burada bitmeyecek biliyorum, sevmenin sonu gelmeyecek. Ama sonuna kadar geldim aşkın, yetişemedim ki sana. Daha fazla peşinde koşacak, karar vermeni bekleyecek, kendimi yiyecek halim yok. Dediğin gibi, kimseyi önemseme sen kendinden fazla. Ben de kendim kadar sevip, yarım kadar sevilmediğim bir insan için daha fazla ezmeyeyim içimi. Tek bildiğim, en sevdiğim, uğruna pek çok şeyi tükettiğim olsan da başa çıkabilirim bununla. Hep senin olacağımı bile bile hem de! En fazla ölür bir yanım giderken, hepsi bu. Sonuçta hiçbir şey sonsuza dek sürmez, değil mi?

17 Eylül 2009 Perşembe

Aklımdan zorum



Bembayaz sayfaya baktıkça donakalıyorum. Sanki bir şey var söylemem gereken de, unutmuşum gibi rahatsızım. Çok önemliymiş de ihmal etmişim gibi bir vicdan azabı içimde ve elmanın içindeki bir kurtçuk gibi beynimde oynaşıp duruyor düşünceler. Hiçbiri net değil; her şey mütemadiyen flu ve gri! Çok sıkıcı ve bunaltıcı geliyor söyleyince de, değil işte. Sadece küçük bir sızı gibi ara ara kendini gösteren. Neyse ki hızlı akıyor hayat, ben de altından kalkabiliyorum şimdilik...

28 Ağustos 2009 Cuma

Umutsuzluk



İçimde bir cenaze var sanki. Nereye ait olduğunu bilmediğim bir parçamın öldüğünü hissediyorum bu ara. Nefes alışlarım düzensiz gibi, mutluluklarım geçici. Düşüncelerim dağınık artık, heveslerim kırıcı. Kendimi boşlukta sallanırken görüyorum, tutunmak bile gelmiyor içimden. Düşmeyi hiç bu kadar istemedim belki de...

İçimde bir şeyleri kaybettim. Yer değiştirip duran güvenilir kaynaklarım da yok artık. Daha az önemsiyor gibi, alışıyor gibi, kopuyor gibi, bitiyor gibi... En beteri de her şey anlamını yitiriyor gibi! Şafağı sevdiği için bile bile zatürre olmayı göze alan ben, sabah ayazında üşümekten yoruldum mu birden? Yalnızlık bu kadar zor muydu en başından beri yoksa ben hiç gerçekten yalnız değil miydim önceden? Günsüz başlayan geceye aşıktım hani? Nerede kaldı iyimserliğim, sevecenliğim, adanmışlığım? Yer, ayaklarımın altından kayıyor gibi...

İçimde beni boğan bir şey var. Çaresini bulamadığım, duvarlarını yıkamadığım, gidemediğim; bir ağlayıp bir güldüğüm şeyleri çözemediğim zaman düğümlendiğim bir şey. Her incindiğimde dönüp kendi kendime kanattığım kalbimde kocaman bir delik, artık sevgiyi orada tutabilir miyim?

İçimde bir tükenmişlik var. Yüreğimi sürmeye çalışıyorum yine herkesten uzağa. Neyin cezası, nasıl bir bela bu? Çıkışı olmayan bir ecelin amansız savaşını vermekten sonsuza dek kaçmak istiyorum artık. Çok eskidenmiş gibi her şey. Zamansızlığı, sorumsuzluğu özlüyorum. Uyanmaya başladığımın farkına vararak "geçen geçti" diyebilmeyi özlüyorum. Uykusuzluğumun mutluluktan, heyecandan, sabırsızlıktan olduğu günleri özlüyorum... İncinmediğim, incitmediğim, aldatılmadığım, aldanmadığım, küsmediğim, hiç kimseyi küstürmediğim, ağlamadığım, ağlatmadığım zamanlar uzak mı bu kadar? Bitirdim mi kendimi gerçekten? Kendimi özlüyorum...

İçimde kirli bir şeyler var, ne yapsam lekesi çıkmayan. Sığınsam uykuya, tertemiz olabilir miyim? Gözyaşlarım yetmiyor artık. Bile bile günahkarken ben, suçluluk hissimden kurtulabilir miyim? Hatıralarımı temize çeksem, kendimi insan olmuş sayabilir miyim?

İçimde bir yara var. İyileştiremiyorum tek başıma ama kimseye anlatamıyorum da. Öldürsem kendimi bu gece, kurtulur muyum? O cenazeyi gömüp, kendimi diriltebilir miyim sabaha? Düşlerimi renklendirebilir miyim yeniden? Umarsızca şarkılar söyleyebilir miyim? İçimdeki çığlık susar mı? Kendime acılar eklemeyi bırakabilir miyim o zaman? Ölürsem bu gece, kendim olabilir miyim yine, tüm doğallığımla? Hiç yaşamamış olabilir miyim hatta? Her şeye baştan başlayabilir miyim? Kendimi sorgulamayı, yargılamayı, cezalandırmayı bırakıp geç kalmışlık, haketmemişlik hissimi bastırmak öyle zor ki... Kayıtsızca yok olabilir miyim bu gece? Bu evrenden taşınabilir miyim bir masala? Artık yıpranmayabilir miyim?

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Confusion



Sürekli bir şeyler unutuyorum bu günlerde. Bazıları önemli, bazıları önemsiz şeyler ama unutmayı sevmiyorum. İçinde sevdiklerime dair ufacık bir ayrıntı varsa eğer, unutmak istemiyorum! Kendime küçük şeylerden kocaman mutluluklar yaratmaya çalıştığımdan hep...

Sanırım vazgeçmek üzereyim çabalamaktan. İçimde bir veda burukluğu, burnumda özlemenin hırçın kokusu peydah oldu bile, ne garip. Başlamayan bir bitişe hazır olur mu insan? Hele de düşünemezken?

O değil de, neden olmasın?

21 Ağustos 2009 Cuma

Out of Order



Körüm, sağırım, dilsizim bu ara. Beynimi yedim belki de, bilemiyorum. Tek bir şey var emin olduğum, kimsenin yerine bir şey söylemeyeceğim artık. Çünkü bir kez daha "Ben de" derse bana, kendimin katili olabilirim. Tutamadığım dilim, dinlemeyi bırakamadığım hislerim, üzerinden alamadığım gözüm... Kendim, kendime karşıyım yahu! Yeterince engel yokmuş gibi önümde...

Yorgunum, çok yorgunum güçlü olmaktan ama mutluyum da. Savaş, değecek bu şey (adı her ne haltsa) içinse sonsuza dek sürebilir içimde. Kopup, bağlanıp; bayılıp ayılabilirim bir çok defa daha. Sakatlanabilirim, kalıcı olarak. Umrumda değil! Her acının bir sonu yok mu nasıl olsa? Ve ben öldüğümü anlayana dek başlamayacağım yaralarımı kontrol etmeye. Gidip kendimi gömmem gereken zamana kadar, belki bir mucize olur diye umut edeceğim sanırım. O son ne zaman gelecek diye beklerken, üzerimden ve içimden geçip giden o akıl katili ile savaşacağım pes etmeden. Çünkü buna değer...

Değişmeye çalışıyorum bu ara. Yorulmaktan bile yoruldum. Şampiyonluğa bunca alışmış bir egoya ikinciliği zorla empoze etmek de, bunu sindiremeyip dağılmamak da öyle zor ki! "Bir nefes, bir nefes daha kokusundan, bir dakikacık daha kalayım onun yanında derken 'razı' olup gideceksem bu haksızlığa; kendime kendimi kırdıracaksam böyle, bunun neresi mutluluk?" diyorum bazen. Sonra böyle karman çorman, başı sonu olmayan düşünceler sarıyor. Farklı başlayıp, değişik bitmesi; alakasızlığı, yabaniliği, çetrefili bu yüzden. Elimi, kolumu, bilimum tarafımı kaptırdığımdan sıçışlardayım. Biri bana fren bulsun!

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Never Let Go



Her ayrıntıyı ezberlemek için hiç görmemiş gibi bakarsın ona. Her bakışında yeniden severek. Kanı tutuşur mu insanın? Tutuşursun. Yüreğinden nehirler gibi akar duyguların. Sevgin, tutkun, aşkın... Göz kapaklarını kapatıp açana dek geçen zamanda bile gözünün önünde olsa da hayali, yetmez sana. Abartıyorsun diyenlere inat sığ gelir ona özlemini betimleyeceğin her cümle. Öyle sendir ki! Tüm imkansızlığına rağmen hem de...

Düşünürsün günler, geceler boyu bu işin içinden nasıl çıkacağını. Korkarak, ne yapacağını bilemez halde, karmakarışık! Hazmedemezsin, kabullenemezsin, kendine saygını sorgularsın uzun uzun. Nasılı, niçini bi kenara bırakıp "ya sonra?" demekten başka çare mi var? Bitmek zorunda bu delilik...

Yaşadığın bütün harikulade anları bir yana koyup gitmeye karar verirsin. Sadece "sen bilirsin" der, yıkılırsın. Donakalır her şey o an. içinde ince bir sızı peydahlanır sol yanını uyuşturan... "Bitti deyince biter mi aşk? mantıklı olanı yapmak zorundasın diye akıllanacak mısın bir anda? Bir an daha fazla yanında olabilmek için her şeyi göze aldığın insanı bir yana koyup gidecek misin sahiden?" der belki insan o an düşünebilse, oysa düşünmek ne mümkün! sen, sana "sen bilirsin" dediği andasındır hala. "Nasıl kabullenir, nasıl bitirir?" dersin tekrar tekrar. İçinde bir sağanak, bir fırtına...

Ağız dolusu, samimi gülüşünü, sesini, dolu dolu, içten öpüşünü, usulca iç çekişini, sessiz, korkarak sevişini, içini eriten o ateşini, kaçamadığın gözlerini, seyretmeye doyamadığın yüzünü, bi an bile aklında çıkmayan kokusunu alıp gitmeden; her ayrıntıyı ezberden bir kez daha geçmek için bakarsın yüzüne. Bakarken içine dağlarsın her şeyi, yudum yudum içerek acıyı. Gitmesini seyredersin, konuşmadan... Son kez dönüp bakar sonra, bir şeyler kopar içinden. Allah belamı versin der sarılırsın. Sonunda ne olursa olsun, hayat neresinden vurursa vursun yokluğuna dayanamayacağını anlarsın. Ağlarsın sonra, öper öper ağlarsın. Her zerresini bir kez daha ve daha çok severek! Gitmene izin verdiği için onu affetmemiş, kaçmaya kalktığın için kendine kızmış, böyle boktan şartlara lanet etmiş olsan da önemi yok.

Onsuzluk diye bir şey yok artık...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Rengahenk



Hiçbir yaşama mesaisi ile avunamazken, için kıpır kıpır ve huzursuzken, düşleyip düşleyip geçmek bilmez gibi gelen günlerin hesabını yaparken, hayatın içinde kısacık bir an bile olsa sadece onun hayalini kurarken, asla bitmeyeceğini bilerek, tadına vara vara, hiç geçmeyecek bir arzuyla, tutkuyla özlemek... Delirir gibi yaşamak bunu ve damardan, sek almak hatta. Her hücreye işleyişini hissederek beklemek...

Vahşi bir açlıkla hiç doymayacakmış gibi yemek, suysa hiç kanmayacakmış gibi içmek, hiç uyanmak istemeden ona uyumak, çıldırır gibi sürekli rüyada görmek, onun kokusu, teni, dokunuşu, bakışı, tadı, sesiyle yaşamak, her şeyi önce "o ne derdi?" diye düşünmek, çoğu zaman onu düşünmekten düşünememek, dalmak, çıkmak ama unutmamak, git gide o olmak, onla olmak, onun olmak... Girdap gibi döne döne ona çekilmek ve hiç karşı koymamak hatta ona yüzmek... Tılsım bozulursa diye korka korka ilerlemek...

Hastalıklı düşkünlüğüne aşı, kalp ağrına ilaç, onsuzluğuna merhemin yine o olduğunu görmek, hiçbir şey isteyemeden, bir şey umamadan ama yerine kimseyi koyamadan durmak o coşkun duyguların içinde, kendini ona adamak o istemese, bilmese, anlamasa da... Seni sevmesi için değil, gerçekten içinden geldiği için, nefes almak kadar doğal, karşı koyunca öldüren ve kararlı bir şekilde sevmek onu, sevmek ve daha çok sevmek... Her gün artarak, arttırarak, taşarak! kendini unutup ona vermek her şeyi...

Mutluluk ne dediklerinde ilk onun adını söylemek ve huzur dediklerinde onu düşünmek; aşk, sevgi, güven, eğlence, dostluk, hayat deyince onu görmek karşında ve gülümseyebilmek zor görünen geleceğe içten... Her şeye rağmen "boşver" demek, boşvermek, boş verdiğini bilmek ama gerçekten boşvermemek... Anın büyüsü bozulmasın diye hiç konuşmamak, sormamak, sorgulamamak... Umursamaz gibi ama umursayarak, değer vererek, önemseyerek yaşamak her şeyi. Öyle güzel ki yaşamak! Ve paylaşmak hayatı, her rengiyle...

14 Temmuz 2009 Salı

'An'lamak...



Zaman öyle bir kavram ki, içini doldurmak da, boşaltmak da çok kolaymış meğer. Ben bugün bunu gördüm...

Öyle yıllarım var ki, boş, anlamsız, öylesine geçmiş...
Öyle zamanlarım var ki, aklımdan bir salise uzaklaştırmak için elimde kalan her şeyi veririm...
Öyle anlarım var ki geriye kalan tüm kavramları hiçe indirgeyecek kadar güzel! Cennetten bir esinti gibi kokusu, tadı, heyecanı...
Öyle bir hayatım var ki, arap saçı...

Zamanın derinliğini yaşanılanlar belirliyormuş meğer. Geçen süre sadece başa gelenleri anlatmayı kolaylaştıran bir ipucuymuş. İnsan kafasında ne kurarsa kursun, bu savaş değilmiş meğer. Hepimizi mutlak sona yaklaştırıp, biz ilerlediğini iddia etsek de geriye sayan zamana hükmetmek imkansızmış!

Sonsuza dek sürecek dedikleri her şeyin bitişini tek tek izlemek için ölümsüz olmayı dileyecek kadar kibirliydim eskiden. Şimdi en güzel yerindeyken, bitişini görmemek için ani bir ölüm duasına başlayacak kadar huzurluyum. Değişmenin, gelişmenin, düşünmenin, hissetmenin, yaşamanın sırrını çözmeye çabalamaktan vazgeçip gözlerimi yummak isteyecek kadar mutluyum. Korkmayacak, yıpranmayacak, ucunu bırakmayacak kadar kararlıyım bu sefer. Hem sonsuzla savaşmayı denemeyecek kadar akıllandım da galiba. Sonuna kadar gelip, bunca kanadıktan sonra. Sonunda...

7 Temmuz 2009 Salı

Şenlik



Ne kadar değişirse değişsin, özünü yitirir mi su? Su olmak isterken ben, özümü yitirmiş olamam elbet. Biliyorum, orada bir yerde susuyor aklı başında yanım! Bıraktığı düşü büyüteceği zamana dek dinleniyor. İzin veriyor ki mor bir rüyadan uyansın önce içindeki yaramaz çocuk...

Maskeli balo ve onun sahte yüzlerinden sıkılan ruhuma bir damla su istedim. Yağmur gibi iniyor şimdi üstüme duygular. Ortalığı sel götürdü, sanki kıyamet... "1. olsun da geleneksel olmasın bu kutlama. Alışırım da yitiririm, çok severim de bırakamam, kaptırırım da toplayamam sonra..." diyecek gibiyken vazgeçtim. Kirlenmekten bile korkmuyorum artık! Madem düştüm bu denize, iyice batacağım bu sefer. Dipte yüzmeyi de öğrenmek lazım sonuçta :)

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Run away



Dün koştum ben. Sadece nefesimin sesini dinleyerek, kaslarım isyan ettiği halde kendimi zorlayarak, inadımdan gık demeden koştum. Koşarken düşündüm, envanterini çıkardım zamanımın; uzandım şöyle bilinçaltıma. Farkettiklerime şaşırdım, yine...

Kendimi ne kadar zorladığımı hep bir şeyleri kaybedince anlamışım bugüne dek. Kırılıp parçalanınca görmüşüm bittiğimi. Bağlar kopuncaya kadar, vazgeçen olmamak için ve hep belki diyerek, bilerek acı çekmişim. Kendimi zorlamakta üstüme yokmuş, mazoşizmin dibine vurmuşum. Susmuş, unuttum sanmış, kaybolmuş, kahrolmuşum içten içe. Kendime en dürüst olduğum anlarda bile, kendime değil başkalarına sahip çıkmışım. Zor günler geçti deyip aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamışım. Olasılık hesapları içinde yorulmama rağmen, Pollyanna olmayı bir an bile bırakmamışım. Herkese insan, kendime hayvan olmuşum. Ne çok incitmişim kendimi yahu, ne kadar hoyratmışım. Korktum kendime acımasızlığımdan, merhametsizliğimden...

Dün koştum ben. Kendi nefesim ciğerlerimi yaktıkça, başka bir nefes istediğimi görüp kendimi tutarak. Deli gibi canımı yakan o duygu ardımda kalsın diye, kendimi öldürmeye çalışarak. Koştukça, kaçtıkça onu görüp önümden gitmesine izin vererek... Önce durup, içten içe yanıp sonra hızlanarak... Onu ardımda bıraktığımda, geri dönüp bakmayarak... Kendimi gidişime, bitişine hazırlayarak koştum.

İçimi kemiren tüm şartlara rağmen, sadece biraz daha yakın olmak için tüm prensiplerimi çiğneyip, hiç benzemediğim rahat kadın gibi davrandığım tüm anlar için hıçkırdım ben dün. Pişman olmadan ama kendime kızarak. Yine parçalandığımda anlayarak acı çektiğimi, nasıl kendimi zorlayarak umursamıyormuş gibi davrandığıma şaşarak... Tek bir bakışının dünyamın yörüngesini değiştirdiğini gördükten sonra kanırta kanırta ezilen içimi susturamamaya başladığımda gitmeliydim asıl. Olmayana erginin haddime olmadığını anladığımda bitmeliydim. "Hangi deprem zamanlıydı da bu zamansız olsun?" dememeliydim. Bunun o sapma olduğunu hissettiğimde bıraktığım dizginleri alıp, kendimi karanlığa sürmeliydim. Durmalıydım, durdurmalıydım bu deliliği...

Ruhum sarsılırken kopan bağları hissetmiyorum bu kez. Sadece korkunç bir burukluk... Söylenecek, yapılacak çok şey varken daha, gözüm arkada kalarak koşacağım çünkü. Dün provasını yaptığım gibi, ardıma bakmadan, acıdan nefessiz kalsam bile durmadan kaçacağım. "Hayatta kalacağım da nasıl yaşayacağım?" demeden, üstesinden gelirim elbet deyip gittiğim onca yoldan sonra onunla karşılaştığımda gözlerimi kaçırıp, bu his yokmuş gibi davranacağım. Bu kadar ben, bu kadar bana yakın olanın imkansızlığına mı, bile bile lades diyen kafama mı yanayım bilemeyeceğim. Gülümseyeceğim yine, gözlerimin ardından neler geçtiğini görmesine izin vermeyeceğim. Özleyeceğim, her şeyden çok. Bir sürü sıfatı yakıştırdığım, cümlelerini tamamladığım, aklından geçeni söylemeden bildiğim ilki sonlandırınca lanet edeceğim...

Koşmaya hazır değilim şimdi, hatta koşmak bile istemiyorum. Dünkü provanın şokunu atlatamadan daha, neden bütün bu zırvalama? Yine olasılık hesabı! Ne kadar kafasında kurarsa kursun, insan gerçekten hazır olur mu sonsuza dek ayrılmaya? Hayata geçirmek istiyorum da, her manada. Benimki nasıl bir şans, nasıl bir kaderse kalemimi kırayım diyorum sadece. Daha iyisini hakediyorum madem, neden sadece onu istiyorum?!

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Wicked Game




Her şeyin dışında, mükemmele çalan bir anda yaşıyorum. Gözlerim kapalı, soluksuz, heyecanla, korkusuz, biraz endişeli, tamamen koyvermiş ipin ucunu... Yavaşça düştüğümü biliyorum. Bu kadar yüksekten yere çakılışımın ne denli acılı olacağını hayal edebiliyorum. "Öldürmez süründürür bir yaraya daha hazır mıyım?" demeden dalıyorum içine. Deliriyorum, geriliyorum, kendimle çelişiyorum...

"Ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar çekici gelirse gelsin, ne kadar içimden taşarsa taşsın; istemiyorum..." derken içimden bir ses, artık çok geç; biliyorum...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Yürüyüş



Bilip de unuttuğum, mırıldanıp durduğum ama sözleri bir türlü bulamadığım bir şarkı keşfetmiş gibiyim. Üzerine yepyeni sözler yazmam gerekiyormuş gibi ama tüm netliğiyle önümde hepsi. Nasıl olur da eski köye yeni adet gelir, aynı hamamda yeni tas bulunur ki bir anda? Umut bile yokken daha! Öyle bir karmaşa ki, anlayamadım gitti. Anlamadıkça daha çok cezbetti, cezbettikçe kaptırdım işte kendimi...

Gideceğim yeri bilmediğimden inemedim bu kez durakta. Sonunun ne olduğunu bilsem de yolculuk güzel.Usulca mırıldanmak da güzel bu ezgiyi... Bir daha asla şu anki hislerimle söyleyemem bu şarkıyı, asla böyle dans edemem yaşamla, biliyorum. Bunun için keyfini çıkarıyorum her bakışta. Bunun için kendimi bırakıveriyorum...

Gerçek acıtır diyorlar, desinler. Masalların mutlu sonla bitmediğini bilecek kadar büyüdüm ki ben...

30 Haziran 2009 Salı

Fade Away



"Hayatın kısa rüyasına karşılık, zamanın gecesi ne kadar uzun!" diyor Schopenhauer Aşkın Metafiziği'nde. Düşünüyorum üstüne, düşündükçe batıyorum. Sanki bir merdiven önümde, çıkamıyorum. Adımlarım ulaştırmıyor, yerimde sayıyorum. Garip, komik, korkunç, aptalca...

Elimden gelse bıçak gibi kesip atarım bu hissi. "Burada kalsın!" derim bu yaz gecesi rüyasına. Zamanın pençesinde yitip gideceğini bilerek yaşamam körü körüne... En azından kendime tahammül edebilsem, inanmam. İnanmayınca biter belki, göz ardı edince geçer. Karanlık yanımda tüm açlığıyla bekleyen o hayvanı beslemem kan kokusuyla. Elimden gelse ağlamam diyorum. Gelmiyor elbet, lafta hepsi...

"Düşeceksem en yüksekten düşeyim" dediğim bir zaman diliminde, klişelerle alışılmadık tatlar arasında mekik dokumayı bırakıyorum bugün. Dönüp bakıyorum ardıma; gördüğüm hayat öyle renkli ki! Şaşırıyorum kendime istemeden, gerçekten bunca rengi gördü mü bu ömür? Ah, yine ağlıyorum. Ne varsa süzülüp gidiyor içimden. Yarına bomboş uyanmak istiyorum...

Renklerin içinde gezinirken orada bekleyen bir şey çarpıyor bilincime. Tam ortasında her şeyin bir siyahlık, gözüme dikmiş gözünü, bakıyor. İzliyor, susuyor, bekliyor... Sinmiş karanlığıma iyice, hissettirmeden yerleşmiş bile! Üstüme gelip uyandıracağı o en tatlı anı gözlüyor. Bunalıyorum, geriliyorum, sıkılıyorum iyice. En yüksek yerden atlayacağım neredeyse! Bu hiç adil değil...

Akıl bu ya, duramıyorum. Düşünüyorum ama ak pak bu sefer. "Kendi zamanımın en uzun gecesini rüyasız atlattığım andan beri, olmadığım kadar iyiyim. Hissetmediğim kadar mutlu, bilmediğim kadar güçlü, anlayamadığım kadar huzurlu..." diyorum. Bununla birlikte korkmadan önünde duruyorum o yaralı hayvanın. Bu sefer değil, bu sefer kaçmıyorum. Bu sefer büyümüşüm gibi, sorumluluk sahibi kocaman bir kadın gibi alıyorum dizginleri elime. İlk kez gerçekten umursamıyorum kendi seçimlerim dışındaki renkleri. Sorumsuzluğu seçiyorum! Bu sefer acıtacağını bilerek, hayatın içinde yeri olmayan ama tadına doyamadığım bir hayalin içinden geçiyorum. Kısa, saçma, tehlikeli, yıpratıcı, zor, kabul edilemez demiyorum. Ne istediğimi bildiğimden belki de, görmezden geliyorum. Bu sefer gerçekten, kanırta kanırta yaşıyorum...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Gölgemtrak



"Güneşte herkes kendi gölgesini görür." diyor kitapta. Peki o aydınlık nasıl sağlanır tutulmalarla yozlaşmış bir zamanda? Işık değil, yanılsamalar artık güneş dediğimiz...

Körse insan olabildiğince ve dönüp gölgesine bakamayacak kadar korkaksa? Mükemmelliğine inanacak kadar kibirliyse ya da inanmıyorsa varlığına? Gölge dediğimiz şey aslında ruhumuzsa, işler mi o zavallıya güneş? Yüzleşmeye kimin cesareti var özüyle? Suretlerden kimler sıkıldı peki?

Güneşe gözünü dikip bakamazsın, o bir sır. Ama gölgeler, göremesek de sır değil hiçbirimiz için. Bakmaya karar verip, görmeyi seçtiğimizde karşımızda olabildiğince net her insan. Şu öğrenilmiş çaresizliğimizden arınınca olacak o da anca...

Hem, belki içimizde doğurursak güneşi, gölgemiz beyazlar... Neden olmasın? :)

23 Haziran 2009 Salı

Stay With Me



serotonin fazlasından ölmek üzre olduğum garip anlardan birinde duydum ben bu şarkıyı. dinleyemedim önce zira daha önemli bir şey vardı aklımda sırıtarak düşündüğüm. ister istemez sözleri değil de müziği duydum tabii, garip oldum. kalp ritmiyle atıp insanı oynatan şarkılara inat, kalbimi donduruyor gibi geldi bir an. nefes almayı unuttum...

"ne diyor bu kadın?" dedim sonra, sözleri dinledim. ne klişe, ne banal, ne tanıdık... ne basit, ne anlamlı, ne içten... garip işte! buruk bir sevinç hissiyle, ağlamakla gülümsemek arasında bir yerde bırakıyor beni her dinlediğimde. içimde bir yanın mırıldanmak istediği, bir yanın reddettiği sözleri dinlerken huzur bulduğum bir melodiyle aklımın içine yazıyor sanki. öylece kalakalıp dinliyorum sonra ardı ardına. dinledikçe anlamı katlanır sandığımdan belki de :)

yani diyeceğim o ki Danity Kane - Stay With Me leziz olmuş, çok leziz...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Hayata Yarım Vole



"Bu böyle gitmez" dediğim tüm anlar kötüydü daha önce, bir şeyleri bitirmeden çıkardı ağzımdan. Şimdi "bu böyle gitmez" diyorum ama "herhalde" diye ekleyerek. Güzel şeyler çok sürmez sonuçta...

Öyle sevilesi ki hayat, ilk kez gülümsemem gözlerime de yayılıyor. Çirkin her şeyi unutmuş, tüm izleri silmiş gibi zaman; iyileşmiş gibi yaralarım... Eğlenmenin tadı damağımda, umursamazlığın uyuşukluğu kanımda; bir dağınıklık, bir rüküşlük içimde! Oh beee...

Gözlerimin önünde rengarenk yelkenlerini rüzgara salmış giden bir tekne gibi izliyorum hayatın akışını. Bir mevsim hayat bulan bir kelebek gibi korkarak yaşıyorken, ateşe düşkün bir pervaneye döndüm ya aniden; hala şaşıyorum. Kısacık ve doyulmaz bir tatilin içindeyim, biliyorum. Ama eksik kalan bir şeyleri tamamlamadan bitmeyecek bu mevsim...

"Yok bu mutluluktan" derken Mor ve Ötesi, bir kaç damla yaş yakıyor gözlerimi. Loş odamın ışığında bıçak gibi bir gülümseme yayılıyor suratıma. Yaşıyorum, ilk defa...

18 Haziran 2009 Perşembe

Mutluluk Üzerine Bir Çeşitleme


"Mutluluk nedir?" dedim kendime. Neye benziyor acaba, nasıl görünüyor gözlere? Peki ya tadı, tadı nasıldır ki mutluluğun? Dokunsam, ipeksi midir kanatları? Dinlesem ne fısıldar kulaklarıma? Mutluluk nedir ki bir başına?..

Peşinden koştukça uzaklaşan bir saçmalık gibi gelirdi eskiden. Olduğum yerde, olduğum anda, yanımda kim varsa onunla idare etmekti mutluluk benim için. Günü kurtarmaktı belki de. İkna ettikçe kendimi, elimden kaçırdığım bir su damlası gibiydi. Berrak, duru, sade ve hayati olmadı hiç. Ne varsa elimde onunla yetindim bu yüzden. Hiç kor olamayan bir ateş gibi, içimde bir yerlerde varlığını bildiğim o hissin küllerine basarak yürüdüm hep. İçinden geçip gittim...

Hep anlaşılır olmakla alakalı geldi bana mutluluk. İpleri bir başkasına bağlıymış gibiydi ve kaçırmamak için elimden kendi ipimi, hep erteledim o koşuşturmayı. Pastanın en tatlı lokmasını en sona bırakır gibi beklettim. Bir yanımla inandım, bir yanımla unuttum. Aynı anda hem vazgeçtim, hem özledim. Arada bir korktum, gittim, döndüm. Ve hep bekledim, beklentiydi mutluluk o zamanlar...

Şimdi durup bakınca anlıyorum ki mutluluk en çok tercih benim için. Acıya boşver diyen sesi dinleyip, kendimden kurtulmakla alakalı en çok. Sıyrılıp her şeyden, özgürce ve inançlı bir şekilde üstüne yürüdüğümde, kaçmak yerine içimde bir yerlere yerleşecek bir parazit sanki; enini sonunu çok kurcalamayınca yaşabilen sadece...

Bir bardak kahve içmenin keyfiyle alakalı mutluluk, hayaller ve rüyalar arasında mekik dokunan anlarda, gerçek bir insanın gözlerine bakmakla alakalı. Hep bir aynılık içinde giderken, iyi-kötü küçücük bir değişikliğin heyecanı ile alakalı en çok. Ayrıntılarda, nüanslarda gizli... Tuhaflıkla, alışılmamışlıkla, şaşırmakla çokça iç içe. "Bu ben miyim?" deyip gülümsediğin tüm anlarda içinden dalga dalga taşan bir şey bu...

"Seni çok mutlu ederim" diyene "Ne bildin yarraam?", "Benden iyisini hakediyorsun" diyene "Buna sen karar veremezsin" diyebilmekle alakalı. Çünkü verilip alınan bir şeyden çok içinde olunan bir durum mutluluk. Kavramlar, boyutlar, araçlar arası ufacık sapmalarla var olan bir "eğlence" sadece. Gereksiz büyük anlamlar yükleyip, sığ ama devasa beklentilere girmeye gerek yok bu yüzden. "Ömrümce sürmeyecek, bitecek" sıkıntısına yer bırakmayacak kadar refleksif bir kaçma eğilimi var çünkü. Bu sebepten insanı kasmaya, zorlamaya, yormaya ihtiyaç duymayacak kadar basit...

Mutluluk ilkel, saf ve hassas bir duygu. Evet, sabun köpüğü gibi biraz :)

5 Haziran 2009 Cuma

Gece Saçlı Kadın

Doğruldu usulca yatağından. Anılara uyuyacak bir uykusu daha yoktu bu gece. Yorulmuştu unutamamaktan...

Çarşafa dolanan umutlarını kucakladı, sarıldı iyice. Her gün yepyeni bir umuda uyanan insanları kıskandı, içi sızladı inceden. Her ana aynı umudu saplı tutan bir kalple, geçmeyen bir ömrün lanetini nasıl atacağını bilemedi üstünden... Sonra ansızın kalktı, yalın ayak bastı kırılan kalbinin üzerine. Bir kez daha ezdi kendini nefes gibi içine çekerken pişmanlığı. Hiç ah etmedi, hiç gücenmedi bu yürüyüşten. "Hakettim" dedi. Kucakladı acısını, yeniden.

Sevda bahçesine girip yapayalnız çıkmaktı seçimi. Sevgi ile harcanmış anlardan sonra, geç kalmıştı yeni bir hayata. Yarından haber yoktu artık onun için, dün ise çocukluğundan kalan bir masal gibi... Gecenin ardından gün gelmez oldu. Düğümlendi sözler dudakta, mühürlendi gözyaşları ömrüne. "Unutmak" dedi, "zamanla olmuyor..."

Sonuna kadar gidip derdini anlatamamak neymiş öğrendi. Yazık etti hayatında yer bulmaya çalışan gölgelere. Kendileri yetmezken kararmış gönlünü oyalamaya, suretlerini sunan zavallıları kurban etti tek tek. "Aradığınız aşk burada oturmuyor" diye diye yalnızlığın dönülmez yollarında seyretti. Anlamadılar...

Sırça köşkünde oturan bir kontes sandı herkes onu. Oysa kendini kendine hapseden bir kaçaktı. En çok kendisi idi kaçtığı! Dönüp dönüp kendine saplanan bıçaklar attı hep. Geriye hiçbir şey kalmayana kadar karanlığa büründü. Ufacık bir bakışı nasıl beklediğini anlatamadı hiçbir söz... Sustu.

Samimi duyguların kaybolması ile boğulmaya başlayan bir balıktı o. Denizdeki kirlilikten kaçmaya çalışırken kendini ağlara dolanmış buldu. Hangi balıkçı kıymaya kalktı nefesine, bilemedi. Yakalanmamak için çırpındı durdu çünkü ve kurtuldu! Ama rengarenk gülümsemelerine bulaştı katran, küstü. Ve hatta öldü orada. Karaya vurdu...

Yürüdü hayallerine gece saçlı kadın. Ayaklarında parçalanmış kalbinin kırıkları, ruhunda biriktirdiği insanların ölüleri. Dudaklarında ne bir ah, ne bir gücenme bu hunharca yok oluşa. Bile bile gitti hasretin üstüne, varamadı; yine. "Her acının bir sonu var" dedi geceye. Hiç gelmese de gemisini bekleyecek bir liman gibi, dalgalara karşı güçlendirdi kendini. Sonradan korkmayı bıraktı. Artık daha yalın, sade ve özgürdü. Bir kuş kondu dudağının sol kenarına, gamzesine kuruldu. Aşkla gideceğini, öykünün bitmeyeceğini şakıdı kuş. "Aşk sensin" dedi. Derken bir şenlik içinde, bir bahar havası!

Bir sonraki bitmeyen geceye dek gülümsedi kadın. Ah o aşk, sana girsin demek isterdi. Diyemedi naifliğinden...

1 Nisan 2009 Çarşamba

Başka Bahar



nisan gelince bir başka mı olmak lazım bilmiyorum ama nisanın ilk günü ve ben kıştan kalma bir durgunluğu yaşıyorum. baharı yaşayamadan yaza geçmeyi sevmiyorum ben. önce bahar gelsin, şenlensin ruhum. bahar gelsin, üşürken güneşe gülümseyeyim. baharla umudu, huzuru, neş'eyi bulayım önce. hemen yaz gelmesin, gelmesin n'olur!?

3 Şubat 2009 Salı

twilight

hani bazen bir kitap okursun da, öyle bir etkiler ki hayatını; değişmesen olmaz. öyle bir kitap okudum ben: twilight. yoğun, masum ve olağanüstü bir aşkın hikayesi...

insan özenir ya bazen roman karakterlerine, özendim valla ben de. bella'ya değil ama edward'a. macera dolu hayatına, tutkulu aşkına, özenine, değer verişine, bağlılığına. 'cool tavrımın hastası olunuz' triplerine ve vampir oluşuna rağmen insanlığına. atmayan bir kalbe sığdırabildiklerine hayran oldum. negzel be!..

of bilemedim işte, sevdim lan adamı! kitabın geri kalanı bok gibi zaten :))

26 Ocak 2009 Pazartesi

düğüm

hani olur ya, bir yumru oturur boğazına. yutamazsın, tüküremezsin, görmezden gelemezsin. nefes aldırmaz olur ama çözemezsin...

hah işte ben onun amına koyim!

5 Ocak 2009 Pazartesi

küçücük şeyler



hep küçük şeyler bizi usandıran,
küçük şeyler bizi utandıran.
hep küçük şeyler, küçük şeyler bizi yarıştıran,
küçük şeyler bizi uzlaştıran.
küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler,
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren...

hep kısa anlar, mutluluklar,
hayal görür uzun zamanlar.
hep kısa anlar karar verdiğimiz,
sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz.
kısa anlar, hepsi de kısacık anlar!
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren...

hep büyük düşler, büyük düşler peşinde koştuğumuz;
sonra nerdeyiz diye içinde kayvbolduğumuz.
hep büyük düşler, elimle tutamadığım;
hiç görmediğim, yaşamadığım...
büyük düşler, hepsi de küçücük şeyler,
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren...

hep küçük şeyler bizi savaştıran,
küçük şeyler bizi barıştıran,
hep küçük şeyler seni sevdiğim
küçük şeyler seni üzdüğüm!
küçük şeyler, hepsi minicik şeyler!
bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren...

küçücük şeyler bizi yaşama bağlayan. bazen bir şarkının sözleri böyle, umut veren; bazen bir film içten, sımsıcak; bazen bir çocuğun gözleri, sevgiyle bakan; bazen bir kedinin kuyruğu keyifle sallanan; bazen deniz olabildiğince derin, sakin; bazense özlediğin her şeyi anımsatan bir fotoğraf...

küçük şeyler işte, aklımı karıştıran. sevdiğim, sevmediğim; üzüldüğüm, üzdüğüm; içimde büyütüp büyütüp ömrümden ömür götürdüğüm küçük şeyler yüzünden bu çetrefilim. "beni bir sen anlıyorsun" dediğim, nedendir bu anlayışsızlık, nedendir bu içindeki her şeyi büyütme isteği? nedendir sorun yaratmaya özlemin? zaten yeterince küçük şey yok mu hayatında travmalar yaratan?

kendim, kendine gel artık. "kendi kendine" gel bu yolu...

2 Ocak 2009 Cuma

İlk yazı kasıntısı

"Madem herkesin blogu var, benim neyim eksik?" dedim kendi kendime. benden önce cevap veren 'biri', "hiçbir şeyin" dedi. ben de açıverdim gari...

sözlük'te de olmuştu; ilk başta bir düşünce kabızlığı çökmüştü üstüme. sayfa bana, ben sayfaya baka baka durmuştuk. öyleyim şimdi. sonradan açılıyorum ben, içten yanmalıyım herhal; neyse. ne yazsam, ne anlatsam ki şimdi? Hoş, anlatınca derdime derman cin gibi bir çokolat kız çıkmıyor lamdadan.

günlük saçmalama istikakımı doldurduğumdan kelli gideyim diyorum ben. bugün dünyanın parasını döktüğüm 4 kitaptan birini seçip, sıcacık çayımı da alıp, pencere önü çiçeği gibi kurulup camın önüne entel takılayım. Saşa da kucağımda torlasın traktör egsozu gibi...

uyuyayım hatta 3 günün uykusuzluğuna inat. belki uyku bir miktar da olsa huzur verir akıp giden sıçramalı düşünce moderatörü beynime. belki de dindirir çetrefilli ruhumun çağlayan delilik hararetini...

iyi geceler net alemi, her nerede tıklanıyor ve tıklatıyorsan!

;;