30 Haziran 2009 Salı

Fade Away



"Hayatın kısa rüyasına karşılık, zamanın gecesi ne kadar uzun!" diyor Schopenhauer Aşkın Metafiziği'nde. Düşünüyorum üstüne, düşündükçe batıyorum. Sanki bir merdiven önümde, çıkamıyorum. Adımlarım ulaştırmıyor, yerimde sayıyorum. Garip, komik, korkunç, aptalca...

Elimden gelse bıçak gibi kesip atarım bu hissi. "Burada kalsın!" derim bu yaz gecesi rüyasına. Zamanın pençesinde yitip gideceğini bilerek yaşamam körü körüne... En azından kendime tahammül edebilsem, inanmam. İnanmayınca biter belki, göz ardı edince geçer. Karanlık yanımda tüm açlığıyla bekleyen o hayvanı beslemem kan kokusuyla. Elimden gelse ağlamam diyorum. Gelmiyor elbet, lafta hepsi...

"Düşeceksem en yüksekten düşeyim" dediğim bir zaman diliminde, klişelerle alışılmadık tatlar arasında mekik dokumayı bırakıyorum bugün. Dönüp bakıyorum ardıma; gördüğüm hayat öyle renkli ki! Şaşırıyorum kendime istemeden, gerçekten bunca rengi gördü mü bu ömür? Ah, yine ağlıyorum. Ne varsa süzülüp gidiyor içimden. Yarına bomboş uyanmak istiyorum...

Renklerin içinde gezinirken orada bekleyen bir şey çarpıyor bilincime. Tam ortasında her şeyin bir siyahlık, gözüme dikmiş gözünü, bakıyor. İzliyor, susuyor, bekliyor... Sinmiş karanlığıma iyice, hissettirmeden yerleşmiş bile! Üstüme gelip uyandıracağı o en tatlı anı gözlüyor. Bunalıyorum, geriliyorum, sıkılıyorum iyice. En yüksek yerden atlayacağım neredeyse! Bu hiç adil değil...

Akıl bu ya, duramıyorum. Düşünüyorum ama ak pak bu sefer. "Kendi zamanımın en uzun gecesini rüyasız atlattığım andan beri, olmadığım kadar iyiyim. Hissetmediğim kadar mutlu, bilmediğim kadar güçlü, anlayamadığım kadar huzurlu..." diyorum. Bununla birlikte korkmadan önünde duruyorum o yaralı hayvanın. Bu sefer değil, bu sefer kaçmıyorum. Bu sefer büyümüşüm gibi, sorumluluk sahibi kocaman bir kadın gibi alıyorum dizginleri elime. İlk kez gerçekten umursamıyorum kendi seçimlerim dışındaki renkleri. Sorumsuzluğu seçiyorum! Bu sefer acıtacağını bilerek, hayatın içinde yeri olmayan ama tadına doyamadığım bir hayalin içinden geçiyorum. Kısa, saçma, tehlikeli, yıpratıcı, zor, kabul edilemez demiyorum. Ne istediğimi bildiğimden belki de, görmezden geliyorum. Bu sefer gerçekten, kanırta kanırta yaşıyorum...

27 Haziran 2009 Cumartesi

Gölgemtrak



"Güneşte herkes kendi gölgesini görür." diyor kitapta. Peki o aydınlık nasıl sağlanır tutulmalarla yozlaşmış bir zamanda? Işık değil, yanılsamalar artık güneş dediğimiz...

Körse insan olabildiğince ve dönüp gölgesine bakamayacak kadar korkaksa? Mükemmelliğine inanacak kadar kibirliyse ya da inanmıyorsa varlığına? Gölge dediğimiz şey aslında ruhumuzsa, işler mi o zavallıya güneş? Yüzleşmeye kimin cesareti var özüyle? Suretlerden kimler sıkıldı peki?

Güneşe gözünü dikip bakamazsın, o bir sır. Ama gölgeler, göremesek de sır değil hiçbirimiz için. Bakmaya karar verip, görmeyi seçtiğimizde karşımızda olabildiğince net her insan. Şu öğrenilmiş çaresizliğimizden arınınca olacak o da anca...

Hem, belki içimizde doğurursak güneşi, gölgemiz beyazlar... Neden olmasın? :)

23 Haziran 2009 Salı

Stay With Me



serotonin fazlasından ölmek üzre olduğum garip anlardan birinde duydum ben bu şarkıyı. dinleyemedim önce zira daha önemli bir şey vardı aklımda sırıtarak düşündüğüm. ister istemez sözleri değil de müziği duydum tabii, garip oldum. kalp ritmiyle atıp insanı oynatan şarkılara inat, kalbimi donduruyor gibi geldi bir an. nefes almayı unuttum...

"ne diyor bu kadın?" dedim sonra, sözleri dinledim. ne klişe, ne banal, ne tanıdık... ne basit, ne anlamlı, ne içten... garip işte! buruk bir sevinç hissiyle, ağlamakla gülümsemek arasında bir yerde bırakıyor beni her dinlediğimde. içimde bir yanın mırıldanmak istediği, bir yanın reddettiği sözleri dinlerken huzur bulduğum bir melodiyle aklımın içine yazıyor sanki. öylece kalakalıp dinliyorum sonra ardı ardına. dinledikçe anlamı katlanır sandığımdan belki de :)

yani diyeceğim o ki Danity Kane - Stay With Me leziz olmuş, çok leziz...

22 Haziran 2009 Pazartesi

Hayata Yarım Vole



"Bu böyle gitmez" dediğim tüm anlar kötüydü daha önce, bir şeyleri bitirmeden çıkardı ağzımdan. Şimdi "bu böyle gitmez" diyorum ama "herhalde" diye ekleyerek. Güzel şeyler çok sürmez sonuçta...

Öyle sevilesi ki hayat, ilk kez gülümsemem gözlerime de yayılıyor. Çirkin her şeyi unutmuş, tüm izleri silmiş gibi zaman; iyileşmiş gibi yaralarım... Eğlenmenin tadı damağımda, umursamazlığın uyuşukluğu kanımda; bir dağınıklık, bir rüküşlük içimde! Oh beee...

Gözlerimin önünde rengarenk yelkenlerini rüzgara salmış giden bir tekne gibi izliyorum hayatın akışını. Bir mevsim hayat bulan bir kelebek gibi korkarak yaşıyorken, ateşe düşkün bir pervaneye döndüm ya aniden; hala şaşıyorum. Kısacık ve doyulmaz bir tatilin içindeyim, biliyorum. Ama eksik kalan bir şeyleri tamamlamadan bitmeyecek bu mevsim...

"Yok bu mutluluktan" derken Mor ve Ötesi, bir kaç damla yaş yakıyor gözlerimi. Loş odamın ışığında bıçak gibi bir gülümseme yayılıyor suratıma. Yaşıyorum, ilk defa...

18 Haziran 2009 Perşembe

Mutluluk Üzerine Bir Çeşitleme


"Mutluluk nedir?" dedim kendime. Neye benziyor acaba, nasıl görünüyor gözlere? Peki ya tadı, tadı nasıldır ki mutluluğun? Dokunsam, ipeksi midir kanatları? Dinlesem ne fısıldar kulaklarıma? Mutluluk nedir ki bir başına?..

Peşinden koştukça uzaklaşan bir saçmalık gibi gelirdi eskiden. Olduğum yerde, olduğum anda, yanımda kim varsa onunla idare etmekti mutluluk benim için. Günü kurtarmaktı belki de. İkna ettikçe kendimi, elimden kaçırdığım bir su damlası gibiydi. Berrak, duru, sade ve hayati olmadı hiç. Ne varsa elimde onunla yetindim bu yüzden. Hiç kor olamayan bir ateş gibi, içimde bir yerlerde varlığını bildiğim o hissin küllerine basarak yürüdüm hep. İçinden geçip gittim...

Hep anlaşılır olmakla alakalı geldi bana mutluluk. İpleri bir başkasına bağlıymış gibiydi ve kaçırmamak için elimden kendi ipimi, hep erteledim o koşuşturmayı. Pastanın en tatlı lokmasını en sona bırakır gibi beklettim. Bir yanımla inandım, bir yanımla unuttum. Aynı anda hem vazgeçtim, hem özledim. Arada bir korktum, gittim, döndüm. Ve hep bekledim, beklentiydi mutluluk o zamanlar...

Şimdi durup bakınca anlıyorum ki mutluluk en çok tercih benim için. Acıya boşver diyen sesi dinleyip, kendimden kurtulmakla alakalı en çok. Sıyrılıp her şeyden, özgürce ve inançlı bir şekilde üstüne yürüdüğümde, kaçmak yerine içimde bir yerlere yerleşecek bir parazit sanki; enini sonunu çok kurcalamayınca yaşabilen sadece...

Bir bardak kahve içmenin keyfiyle alakalı mutluluk, hayaller ve rüyalar arasında mekik dokunan anlarda, gerçek bir insanın gözlerine bakmakla alakalı. Hep bir aynılık içinde giderken, iyi-kötü küçücük bir değişikliğin heyecanı ile alakalı en çok. Ayrıntılarda, nüanslarda gizli... Tuhaflıkla, alışılmamışlıkla, şaşırmakla çokça iç içe. "Bu ben miyim?" deyip gülümsediğin tüm anlarda içinden dalga dalga taşan bir şey bu...

"Seni çok mutlu ederim" diyene "Ne bildin yarraam?", "Benden iyisini hakediyorsun" diyene "Buna sen karar veremezsin" diyebilmekle alakalı. Çünkü verilip alınan bir şeyden çok içinde olunan bir durum mutluluk. Kavramlar, boyutlar, araçlar arası ufacık sapmalarla var olan bir "eğlence" sadece. Gereksiz büyük anlamlar yükleyip, sığ ama devasa beklentilere girmeye gerek yok bu yüzden. "Ömrümce sürmeyecek, bitecek" sıkıntısına yer bırakmayacak kadar refleksif bir kaçma eğilimi var çünkü. Bu sebepten insanı kasmaya, zorlamaya, yormaya ihtiyaç duymayacak kadar basit...

Mutluluk ilkel, saf ve hassas bir duygu. Evet, sabun köpüğü gibi biraz :)

5 Haziran 2009 Cuma

Gece Saçlı Kadın

Doğruldu usulca yatağından. Anılara uyuyacak bir uykusu daha yoktu bu gece. Yorulmuştu unutamamaktan...

Çarşafa dolanan umutlarını kucakladı, sarıldı iyice. Her gün yepyeni bir umuda uyanan insanları kıskandı, içi sızladı inceden. Her ana aynı umudu saplı tutan bir kalple, geçmeyen bir ömrün lanetini nasıl atacağını bilemedi üstünden... Sonra ansızın kalktı, yalın ayak bastı kırılan kalbinin üzerine. Bir kez daha ezdi kendini nefes gibi içine çekerken pişmanlığı. Hiç ah etmedi, hiç gücenmedi bu yürüyüşten. "Hakettim" dedi. Kucakladı acısını, yeniden.

Sevda bahçesine girip yapayalnız çıkmaktı seçimi. Sevgi ile harcanmış anlardan sonra, geç kalmıştı yeni bir hayata. Yarından haber yoktu artık onun için, dün ise çocukluğundan kalan bir masal gibi... Gecenin ardından gün gelmez oldu. Düğümlendi sözler dudakta, mühürlendi gözyaşları ömrüne. "Unutmak" dedi, "zamanla olmuyor..."

Sonuna kadar gidip derdini anlatamamak neymiş öğrendi. Yazık etti hayatında yer bulmaya çalışan gölgelere. Kendileri yetmezken kararmış gönlünü oyalamaya, suretlerini sunan zavallıları kurban etti tek tek. "Aradığınız aşk burada oturmuyor" diye diye yalnızlığın dönülmez yollarında seyretti. Anlamadılar...

Sırça köşkünde oturan bir kontes sandı herkes onu. Oysa kendini kendine hapseden bir kaçaktı. En çok kendisi idi kaçtığı! Dönüp dönüp kendine saplanan bıçaklar attı hep. Geriye hiçbir şey kalmayana kadar karanlığa büründü. Ufacık bir bakışı nasıl beklediğini anlatamadı hiçbir söz... Sustu.

Samimi duyguların kaybolması ile boğulmaya başlayan bir balıktı o. Denizdeki kirlilikten kaçmaya çalışırken kendini ağlara dolanmış buldu. Hangi balıkçı kıymaya kalktı nefesine, bilemedi. Yakalanmamak için çırpındı durdu çünkü ve kurtuldu! Ama rengarenk gülümsemelerine bulaştı katran, küstü. Ve hatta öldü orada. Karaya vurdu...

Yürüdü hayallerine gece saçlı kadın. Ayaklarında parçalanmış kalbinin kırıkları, ruhunda biriktirdiği insanların ölüleri. Dudaklarında ne bir ah, ne bir gücenme bu hunharca yok oluşa. Bile bile gitti hasretin üstüne, varamadı; yine. "Her acının bir sonu var" dedi geceye. Hiç gelmese de gemisini bekleyecek bir liman gibi, dalgalara karşı güçlendirdi kendini. Sonradan korkmayı bıraktı. Artık daha yalın, sade ve özgürdü. Bir kuş kondu dudağının sol kenarına, gamzesine kuruldu. Aşkla gideceğini, öykünün bitmeyeceğini şakıdı kuş. "Aşk sensin" dedi. Derken bir şenlik içinde, bir bahar havası!

Bir sonraki bitmeyen geceye dek gülümsedi kadın. Ah o aşk, sana girsin demek isterdi. Diyemedi naifliğinden...

;;